Kayahan'a Açık Mektup
Sevgili Kayahan,
Bu herkese açık mektubu sen okuyamayacak olsan da, benim bunları yazışımın bir sebebi var. Senin bir şiirinde bahsettiğin Anadolu çocuğuna, iş hayatı ile ilgili (naçizane) tecrübelerimi aktarmak ve fayda sağlamak amacıyla yazıyorum. Sürç-ü lisan edersem affola.

Anadolu çocuğu başakları elleri ile büyütür, başaklar eğilir. Anadolu çocuğu eğilmez, demişsin...
Anadolu çocuğu da eğilir…
Büyük şehir çocuğu da eğilir…
Evine, ailesine, çoluğuna çocuğuna ekmek götürebilmek için çalışan herkes eğilir. Ama bu onurun, gururun eğilmesi değildir.
Peki o zaman eğrilen nedir?
İş hayatından örnek vermek gerekirse;
Yaptığımız işe gerekli emeği ve özeni gösterdiğimiz halde bir teşekkür bile almadığımızda,
İşimize çomak sokanlarla uğraşmak zorunda kaldığımızda,
Hedeflerimizi gerçekleştirebilmek için yerine koymamız gereken o son taşı bulamadığımızda,
Ümitsizce boşa kürek çektiğimizi her düşündüğümüzde,
Yanlış anlaşıldığımızda,
Ve her vazgeçişimizde…
Yüreğimiz eğilir,
Benliğimiz eğilir,
Ruhumuz eğilir,
Onurumuz değil.
Ama iş hayatı onurunu, gururunu eğmek isteyeni de eğer… Hele bir isteyen görsün, hemen tek tek koparır onun yaşam halkalarını.
Birçoğumuz da eğilmemek için o son halkaya sıkıca tutunup durur. Kökleri sağlamda bir Başak yaprağı gibi, duruşunu hiç bozmadan bekler durur,… Belki bir gün diner bu rüzgar diye…
Anadolu çocuğunun bu aleme aklı ermez, demişsin…
Aklının ermemesi, büyük şehir çocuğunu ermiş yapmaz… Dedim ya, iş hayatı eğebildiğini eğer diye…
İş hayatı maskeli bir balo gibidir; içeride, çalışkan ve başarılı iş insanlarının yanında;
Rol yapanlar, maske takanlar da var tabi ki… Başkalarının haklarını savunmayan, duruma göre pozisyon değiştirenler, hayata ve kendisine karşı net ve samimi bir duruşu olmayanlar da nedense hep başarılı görünürler bu baloda…
Bu şekilde elde edilmiş bir başarı, onları hayatlarında ancak hiç bir şeyden tatmin olmayan, yaşamı bir balondan, çelişkilerden ibaret, ego sahibi, kendine öz saygısını yitirmiş, son yaşam halkasını koparmış bireylere dönüştürür oysa… (başarı bunun neresinde?)
Bahsettiğim o son halka, bizlerin hayata karşı duruşunu temsil eder ve biz ona tutunuruz. Kendi olanaklarımızla ve kendi ayaklarımızın üzerinde.
Bu bizleri daha mutlu ve güçlü hissettirir.
Daha mutlu.
Daha güçlü.
Daha kendi ile bir bütün!
Anadolu çocuğu yılandan korkmaz, yalandan korktuğu kadar, demişsin…
Çıngıraklı bir yılandan korkana kim ne diyebilir ki?
Yalanı söyleyende de yılanın ta kendisi değil mi…?
Yalan konuşan kendisini aldatır,
O kadar.
Yolları sevgiden geçer, kimsenin hakkını yemezler, demişsin…
Hepimizin yolu sevgiden geçiyor, ama iş dünyasında pek de sevgi aramıyoruz, değil mi?
İş yerinde herkes; onaylanma, anlayış, takdir edilme gibi duygular besler, yine de çoğumuz bu ihtiyaçlarımızı kapıdan içeri girmeden önce üzerimize giydiğimiz ceket gibi çıkarıp dolabımıza asarız. Çıkarken de bu duygularımızı alıp tekrar üzerimize giyeriz.
Zaten eğilmiyoruz, bir de üstüne, ihtiyaçlarımız karşılanmadığı için kalplerimiz kırılmasın değil mi?
Anadolu çocuğu, büyük şehir çocuğu… adına ne dersen de, benim için bir. Ama bu “hepimiz biriz, öyleyse şimdi sarılma vakti” yazısı değil.
Her yazdığımı yazıyı deşmeyi seven, illa ki bir fark duymak isteyen okurlar, peki o zaman, sizin de elinize koz verip mutlu edeceğim.
Fark mı istiyorsunuz?
Büyük şehir çocuğu oyunu kuralına göre oynamasını daha iyi öğrenmiştir.
Bir Anadolu çocuğu gibi dünyaya yakarcasına bakmanın, içindeki ormanları yakmanın ona bir fayda sağlamayacağını bilir.
İş hayatında iyi bir insanı, kötü bir sisteme yerleştirin, her seferinde sistemin kazanacağını bilir. Bu yüzdendir ki, yukarıda bahsettiğim bazı duygu ve ihtiyaçlara daha az sıklıkla bel bağlar. Özellikle her iş yerinde bunu arayasın da bulasın… Daha önemli işleri var herkesin (acaba?)
Hak'dan, haksızlıktan korkan, dili gibi yüreği de saf tüm Anadolu çocuklarına buradan selam ederim.
Sevgilerimle,
M.