top of page

İki Bavul ve Ben

Güncelleme tarihi: 31 Ağu 2019

- Hayatına yeni bir ülkede, yeniden başlamayı düşünüyorsan,

- Yeni mezunsan, veya kariyerinde yeni bir sayfa açmak istiyorsan,

- Koç, Boğaziçi gibi üst ligdeki üniversitelerden birinden derecen yoksa,

- Birileri sana Google, Amazon gibi teknoloji devlerinden birinde işe giremeyeceğini söylüyorsa,

Bu yazı sana. Ben sana hayalindeki o işe girebileceğini söylemek için buradayım.

- 2 Milyar Dolar değerindeki Sosyal medya platformu Hootsuite’deki Global Direktörlük işine girişimden, - Adımın bile zor okunduğu (yurt dışında) girdiğim board toplantılarından, - C-suite yöneticiliğe kadar uzanan kariyer yolculuğum sana biraz olsun ışık tutabilir.

Daha fazla gevezelik yapmayayım… Zira yazı uzun.


<-- "İki Bavul ve Ben" Adlı Kariyer Konusmam -->

Beni buraya “kariyer” konulu bir konuşma yapmam için davet ettiler.

Ancak ben size, ne yazık ki, sadece kendi başarılarımın tarifini verebilirim.

Her başarı hikayesi münferittir ve tekrarlanamaz, benim anlatacağım başarı hikayesi de bu anlamda kimseyi bağlamayacaktır.

Bu anlatacaklarım tıpa tıp sizin kariyer düşüncenize veya yaşayış biçiminize, önceliklerinize uymayabilir. Ama kariyerinizin kapısını nasıl açabileceğiniz konusunda size bir fikir verecektir.

Başarı ve kariyer insandan insana, hayalden hayale, hedeften hedefe göre değişir.

Yaşadıkça ve gördükçe, başardıkça ve kaybettikçe anlayacaksınız ki; “kariyer” aslında göreceli bir kavramdır.

Size göre kariyer olan, bir başkasına göre sadece bir başarıdır. Size göre başarı olan ise; diğerine göre sadece bir başlangıç.

Açıkça söylemek gerekirse; başarılar münferittir. Çünkü onlar doğası gereği kimse tarafından tekrarlanamazlar.

Kariyer yolunda öncelikleriniz değişiklik gösterebilir. Ama karşılaşacaklarınız ve dikkatle izlemeniz gereken formülün maddeleri aşağı yukarı şimdi anlatacaklarım olacaktır.

Önce işe “ben” kelimesiyle başlayın. Kendi içinizdeki hedefinizi belirleyin. Başkalarına ait hedefler sizi sadece çıkmaz yollarda sürükleyecektir. Bunu asla unutmayın.

Hedefinizi neye göre belirlersiniz? Sizi en çok ne tetikler? Size; bu uzun yoldaki koşunuzda hangi duygu tam gaz verebilir?

Tutku…

Tutku, insanın en zor koşullarda bile değişmesi en güç olan duygusudur. Tutku, en güçlü duygudur. Onu kaybederseniz; sizi tetikleyecek başka bir duygu bulmanız neredeyse imkansızdır.

İşte o zaman bütün planlarınızdan bir an önce vazgeçin ve iş hayatınızdaki vasatlık içindeki yerinizi alın... Tutku eksikse; denkleminizle bir sonuca ulaşmanız mümkün değildir.

Şunu unutmayın; beyninizin planlaması için, önce yüreğinizin inanması gerekir. Ve tutkunuz; yüreğinizin ta kendisidir.

Tutku asla bir başkasının “hedefi olan” değildir. Tutku haline gelen hedef ancak ve ancak sizin ilgi alanınız içinde olabilir. İlgini ve yeteneğini önce kendine ifade edebilmelisin.

Aksi taktirde ilgilendiğin her konuyu arzu ve tutkuyla kurmaya çalıştığın gelecekte kaybedersin.

İtici güç...

Tutkularınızı izlerken ilk karşılaşacağınız engel; en yakınınızdan gelecektir. Ailenizden. Ya tam destek ya da acı bir fren sesiyle. Buna ben "İtici güç" diyorum.

Kimi için teşvik edici sözlerdir bunlar, kimi için ise çılgınlık olarak nitelendirilecek bir yerde sizi durdurmak için yaralayanlardır.

Benimki dayımdı. Ben Kanada’ya gitmeye karar verdiğimde dayım aile büyüğü olarak beni yanına çağırdı. “Oraya gidip elindeki son paranı da yiyeceksin. Kendini de aileni de mutsuz edeceksin.” dedi.

O gün sinirden nasıl ağladığımı hiç unutmam. O gün verdiğim kararı tekrar düşündüm. Hiçbir şeyi olmayan insanlar her riske girer.

Ancak, elindeki her şeyi kaybetmek tehlikesi hepsinden zordur. Hele bu elindeki her şey, ailenin elindeki son şeyse… Benim payıma düşen, buydu. Büyük risk parçası.

Her tutkuyu ateşleyen bir güç vardır. İşte bu güç sizin itici gücünüz olacak... Kimisi için yıkıcı ve caydırıcı olacak bu konuşma, benim içimde güce dönüştü. Ve bavullarımı hazırladım…

Sonra o iki bavul, benle neler yaşadı bir görelim.

Tutku tamam, var. İticiler, “tam güç” çalıştı. Ama bu defa neyle karşılaşacaksınız? Kendi kendinize yarattığınız engellerle. Yani?... bahanelerle...

Cesaret...

Bahane üretmenizin kaynağında “başarısız olma korkusu” yatar. Ve sizi bu kuyudan sadece içinizdeki cesaret çıkarabilir. Hepimiz belli ölçülerde bir cesareti yüreğimizde taşırız.

Mesela şöyle bir olay yaşayabilirsiniz; günün birinde çocuğunuz size gelir,

“Ben sihirbaz olmak istiyorum” der.

Durup düşünür, ve bir zamanlar senin olan zincirleri çıkarırsın içinden.

“Olmaz canım, o da iş mi? Üstelik hem tehlikeli, hem de sana para kazandırmaz!”

Burada aile boyu, nesilden nesile geçecek bir kısırdöngü zincirini kurarsınız.

Çocuğunuzun önündeki zincirin ilk halkasının, sizin aklınızda olduğunu bilmezsiniz.

Ona “bir zamanlar benim de böyle bir hayalim vardı sonra... sen doğdun. Sorumluluklarım değişti” diyebilirsiniz.

Tabii derseniz, hayallerinizi yarım bırakmanın suçluluğunu kendinizden alıp, çocuğunuza yüklemiş olursunuz.

Ya da; “bunun peşinden git, çünkü ben öyle yaptım”. Tabii bunu da diyemezsiniz; çünkü yapmamışsınızdır.

Ya da şöyle dersiniz; “benim de böyle bir hayalim vardı, ama ben başarısızlıktan korktum”.

İşte gerçek budur. Söyleyebilirseniz; bu sizin gerçeğiniz olur. (Önce yüzleşin!)

Kimimiz yazılarımızı senelerce bir çekmecede saklar. Kimimiz fikirlerimizi, planlarımızı yüreğimizde.

Unutmayın, içinizde taşıdığınız “cesaret” sadece kullanıldıkça artar.

Ama… ile başlayan cümlelerle kurduğumuz bir bahanenin, hayallerimize engel olmasına izin verdiğimizde; yıllar sonra elimizde büyümüş ukdelerimizin olacağını bilmeyiz.

Ukdeler birikirse; bir dolu “keşkemiz” olur. Kimse sizin yarattığınız, şekil verdiğiniz boyadığınız bahanelere bir çare bulamaz. Bunun çaresi, o hayali ne kadar güçlü taşıdığınızdadır.

Ben vazgeçmek için birçok bahaneye sahiptim. Ve zaman zaman bunu yapmaya çok da yaklaşıyordum. Hatta en büyük bahanemin tam üstünde uçuyordum.

Kararlılık...

Hayatımı sıfırdan başlatmak üzere, elimde avucumda neyim varsa, hayallerimle birlikte cebime doldurup, New York’a doğru yola çıktığım gün 11 Eylül’dü.

Tarihe geçen adıyla 9/11.

11 Eylül günü bindiğim uçağın motorları yolda arıza yaptığından, okyanusa varmadan geri dönüyor. Uçak değiştirip tekrar havalanıyoruz.

Bu defa dünyayı yerinden oynatan olayı havada öğreniyoruz. İkiz kulelere çarpan uçakların yarattığı kaos dünyayı sararken, uçağımız 2. defa yarı yoldan memlekete geri dönüyor.

Yola çıktığım iki bavulla aynı havaalanında buluyorum kendimi. 2 bavul ve ben.

Şöyle düşünüyorum; kısmet değil bana gitmek.

Hayat, henüz anlamadığım bir şekilde beni uyarmaya çalışıyor gitmemem için.

İşte o anda; bir dolu bahanem oluşuyor. Kalmakla gitmek arasında tekrar karar vermem gerekiyor... Ve ben, bir kere daha gitmeyi seçiyorum.

O iki bavulu hiç açmadan, fikrimin değişmesine, değiştirilmesine izin vermeden...

İnatla açmadığım bavulların içindeki çamaşırlarımın yerine, babamın dolabındakileri giyiyorum. Amerika üzerindeki yolların açılmasını bekliyorum. İşte bu kadar… kararlıyım.

Sihirli bir kelime bu; kararlılık.

O gün o iki bavulu boşaltsaydım; bugün burada bu salonda size bu konuşmayı yapan ben değil, bir başkası olacaktı, adım gibi eminim.

Çalışma...

Gün içinde, kim bilir kaç defa kendimize “benim burada ne işim var?” derken yakalanırız. Ait olmadığımız bir yer, ait olmadığımız bir meslek, ait olmadığımız bir masa.

Ne yaparsak yapalım sığamadığımız bir iş hayatı… Kendimizi içindeyken bile dışında hissettiğimiz bir iş hayatı. Evet doğru kelime: İş.

“Bu üniversitede 2. sınıfta iken; üst üste 3 dönem başarısız olduğum için, atılma noktasına geldim. Tembel biri değildim ama okula da gitmek istemiyor, hatta mümkün olduğunca da gitmiyordum :)

Son dönemimde okuldan atılmak yerine, mezun olmaya karar verdim. 2 senede 26 krediyi vererek birkaç kez de “high honor” olarak mezun oldum.

Mezun olduktan sonra Arçelik’te staj sonrası, Temsa’da işe başladım.

Bir sene sonunda hayatta geldiğim noktanın, yapmak istediğim kariyer ile örtüşmediğinin, bir şeylerin hayatımda, tutkularımda, amaçlarımda, hayallerimde yolunda gitmediğini anlıyorum.

Sil baştan. Kanada’ya yerleşiyorum.

Ne istediğini bilmek. O alanda kendini geliştirmek o kadar önemli ki!

Asıl işin şimdi başladığının, daha doğrusu işi şimdi başlatmam gerektiğinin farkına varıyorum.

Odaklanma...

İş hayatı, herkese kendi başarı hikayesini yazdırır. Bu nedenle, etrafa ve onların ne düşündüklerine, neye değer verdiklerine değil; kendi hedefinize odaklanmanız en doğrusudur.

İşte bir kelimeyle daha karşılaştık. Odak/Odaklanma.. Neye odaklanma? İstediğiniz her neyse, ona?

Odaklanın ve elinize alana kadar da gözünüzü ondan ayırmayın…

Hani size 2 bavuldan söz etmiştim ya az önce? İşte; Temsa'dan ayrıldıktan iki yıl sonra kendimi o iki bavulla, Vancouver hava limanında buldum.

Koskoca ülkede “ahh Harun gelse burada iş hazır, onu bekliyor…” diye beni bekliyordu... :) O kadar kolay değildi; o iki harflik, sadece yazımı kolay olan kelime: İş. Ara ki; bulasın!

Kanada'da Mühendislerden "Profesyonel Mühendislik diploması" isteniyor ve elimdeki diplomayla bana iş yok. Capilano üniversitesinde IT okumaya başlıyorum, yazılım yapmak istediğimi düşünüyorum.

Okurken gazete dağıtma işine girmeye çalışıyorum. Bu işi almam o kadar önemli ki, cep harçlığım çıkacak. Gün aşırı arıyorum, sıra bana hiç gelmiyor...

Sonra başka dağıtım işleri geliyor; çiçek, pizza, marketlere muz, portakal derken, kendimi Hollywood filmlerinde figüran rollerinde buluyorum. Scooby Doo, Eddie Murphy, Kurt Russell...

Okul sürerken oyun yazmaya başlıyorum. Web siteleri, database işleri, "karman çormanım" anlayacağınız.

Bir yandan bu işleri yaparken; diğer yandan tutkularımı, hayallerimi ve elimdeki “her şeyi kaybetme riskini” saatli bir bomba gibi cebimde taşıyarak, üniversiteden mezun oluyorum.

Kanada’ya gittiğimde günde 18 saat çalışıyordum. Nihayet mezun olduğumda sadece ve sadece $3,000‘lık bir yatırımla ilk şirketimi kurdum.

Ve alıştığım çalışma düzeni ile o şirketi 3 senede 0’dan 50,000 müşteriye servis veren bir telekomünikasyon şirketine çevirdim.

Farklılık...

Şimdi geldik bir başka güçlü kelimeye: Farklılık. Sizi büyütecek kelime budur işte. Tutkalınız. Tutunmanızı sağlayacak kelime.

Sizin farkınız nedir? Farklarınızı yaratabilir misiniz ve bunun farkına varabilir misiniz?

Ne iş yaparsanız yapın; ister bir öğretim görevlisi, ister doktor, ister mühendis, ister uzun yol şoförü, ister işçi... Ama ne iş yaparsanız yapın; bunu bilin ki; aynı işi yapan milyonlarca insan var.

Peki, “kariyer” bu kadar insan içinde gelip sizi neden seçsin? Sizin ne farkınız var ki; diğerlerinden... İşte, işinizde atacağınız imza bu olacaktır. Farkınız... Sizi “seçilir” yapan.

İnsanlar neden size gelsin? Ben bu işte beni farklı kılacak ne yapabilirim?

Tamam işimi iyi yapıyorum; onda bir sorun yok… Peki ama işini iyi yapan bunca kişi arasında durduğumda benim işimin farkı ne olacak?

İşte bunu, mutlaka ama mutlaka bulmalısınız. Yoksa günün birinde farkı olan insanlara büyüteçle bakarken bulursunuz kendinizi.

Şans...

Bahaneler arasındaki en güçlü caydırıcı ve inandırıcı kelimelerden biri; Şans ’tır.

Şans elbette önemli bir faktördür ve onunla hangi köşede karşılaşacağınız da asla belli olmaz.

Çalıştığınız sürece, koştuğunuz sürece şansla karşılaşma imkânınız olacaktır.

Bir gün, hevesle çalıştığım işimde direktörümle ters düştüğüm için toplantı odasına çağrıldım.

Beni kovup işime son verdiler. Tam bir yıkım, belirsizlik, ve herşey bitti derken,

Hikaye bu ya,

Aradan 2 ay geçmeden yeni bir işe giriyorum, ve o işte başarılı olup kariyer basamaklarını tırmanmaya başlıyorum.

Aradan yıllar geçiyor. Kovulduğum o şirket kapanıyor.

Çalıştığım şirket de taşınma kararı alıyor. Nereye dersiniz?

Kovulduğum binaya.

Kendimi seneler sonra, aynı binada, aynı katta ve ofiste buluyorum.

İlk günün sabahı, kovulduğum o toplantı odasına girip bir koltuğa sessizce oturuyorum, dizlerim titriyor.

Aradan yine yıllar geçiyor. Kovulduğum şirketin CEO’su bana Linkedin’den mesaj atıyor “Görüşebilir miyiz” diye.

Tabii diyorum.

Profesyonel Koç olmuş. Bana liderlik eğitimi vermek istediğini söylüyor, ücretsiz.

Ondan bir sene liderlik eğitimi alıyorum.

O eğitimle dünyanın sayılı Unicorn şirketlerinden birinde Global Direktör’lüğe yükseliyorum.

Şimdi hızlıca başa sarıp bir düşünelim.

Her şey bitti kararını vermek, aklın durması gibi bir şey değil mi?

O kararı verdiğinizde, akıl düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durduruyor.

Oysa sürekli hedefe doğru ilerlemeli.

O zaman o hedefe ulaşır ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta sizi beklediğini görürsünüz.

Louis Pasteur’un de söylediği gibi “Luck favors only the prepared mind” – Şans sadece hazır olana güler.

Diğer bir bahane, sizin bir Dahi olmadığınıza kendinizi inandırmanızdır. Okuldaki profesörünüz kafanıza vura vura buna sizi zaten inandırmıştır.

Sorun şudur; İnandırabilir mi? İlk önce bu soruyu bir kendinize sorun. Bu konuda daha başka söz söylememin bir anlamı var mı? Siz, zaten bunu anlayacak kadar Dahi’siniz.

Mesele, taşımakta olduğunuz zekanın ne kadarını, nasıl ve nerede kullanacağınızdır. İşte siz bunu arayacaksınız. Bulduğunuzda ve geliştirdiğinizde, “o çok istediğiniz kariyer vardı ya?” İşte o, sizindir artık.

***

Bütün bunlara rağmen başarılı olamadıysanız; bir durun ve “bu yukarıda sıraladığım maddelerin hangisinin sizi durdurduğunu” düşünün.

Bunu bana değil, yanınızda oturan arkadaşınıza veya sevgilinize değil, kendinize söyleyin. Sizi hangi madde durdurdu; hala kariyer istiyorsanız takıldığınız yeri düzeltin ve devam edin.

Çünkü başarı “neden” diye sorgulayıp duranların değil; “neden olmasın” diyerek; yeniden amaçlarının peşine düşenlerindir.

***

Son olarak şunu söylemek istiyorum:

Uluslararası bir üniversitede okuyorsunuz ve bunun kıymetini bilin.

Bu okuldan mezun olmak değişik kültürlere kolayca adapte olabilmenizi sağlayacaktır.

Evinize dönecekseniz dönün ama benim tavsiyem dünyayı gezmeniz olacaktır.

Sonra da gelip; burada, bu okulda, bu salonda bir konferans verin.
60 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page